FREIHEIT+90
Nare Yeşilyurt: Almanya'da Aidiyet, Girişimcilik ve Sorumluluk

Nare Yeşilyurt, 09.06.2013 tarihinde Köln'de çekildi.
© picture alliance / dpa | Horst GaluschkaFNF Türkiye olarak başlattığımız “Freiheit+90” projesi kapsamında, Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli kişilerle röportajlar yapıyoruz. Kimlik, aidiyet, göç ve liberalizm kavramlarına dair içten ve ilham verici deneyimlerini ve görüşlerini sizlerle buluşturmayı hedefliyoruz.
Her iki haftada bir yayınlayacağımız bu röportaj serisiyle, Almanya’nın çokkültürlü toplum yapısına ve bireysel hikâyelere daha yakından bakacağız.
Bu hafta, 1969 yılında babasının Almanya’ya işçi olarak gitmesinin ardından, 1971 yılında ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleşen Nare Yeşilyurt ile birlikteyiz.
- Almanya'daki mesleki yolculuğunuzu biraz anlatır mısınız?
Meslek hayatımın başında, 1984-1985 yıllarında bir hastanede servis yardımcısı olarak çalıştım. 1986 yılında ise hemşirelik eğitimime başladım. Sınavımı geçtikten sonra yaklaşık 8,5 yıl boyunca psikiyatri servisinde hemşire olarak görev yaptım ve ağırlıklı olarak bağımlılık hastalarının psikososyal bakımıyla ilgilendim. Bu süre zarfında düzenli olarak süpervizyon aldım.
1993 yılında Berlin Teknik Üniversitesi'nde pedagojik eğitimime başladım. Bu durum alışılmadık bir durumdu, çünkü 10.12.1967 doğumlu bir "Türkiye’den gelen misafir işçi" çocuğu olarak, 1970'ler ve 1980'lerin başındaki eğitim politikaları nedeniyle genel lise diploması alma şansım olmamıştı. İlkokuldan sonra ikinci eğitim yoluyla ortaokul diplomasını aldım ve Üniversiteye giriş hakkını, Yükseköğretim Kanunu’nun 11. maddesi kapsamında kazandım. Bitirme tezimde "Uyuşturucu Madde Kanunu ve Yabancılar Yasası ile Çatışma İçinde Olan Yabancı Gençler" konusunu ele aldım.
1998 yılından itibaren kültüre özgü bakım konseptini geliştirmeye başladım. Bitirme tezim üzerinde çalışırken göçmen kökenli insanların – ki bu grup da artık bakım ihtiyacı duyacak bir yaşa gelmişti – sağlık hizmetleri sistemine yeterince entegre edilmediğini fark ettim. Bu nedenle kültüre özgü bakımın yanı sıra, bu kişilerin Almanya’daki sağlık sistemine entegrasyonuna da katkı sağlamak benim için her zaman önemli bir hedef oldu.
Konsept çalışmasının ardından, 1 Mayıs 1999 tarihinde – sağlık sigortaları ve bankaların direncine rağmen – Berlin-Neukölln'de ilk kültüre özgü evde bakım hizmeti sunan Deta-Med firmasını kurdum. Aynı dönemde sorumlu bakım uzmanı (PDL) eğitimi aldım. 2000 yılında, Deta-Med Kültüre Özgü Evde Bakım Hizmeti için Girişimcilik Ödülü’nü kazandım. Daha sonra başka Deta-Med işletmelerini de kurdum; bugün şirket, birden fazla bireysel işletme ve ortaklık (GbR) ile faaliyet göstermekte. Ayrıca Berlin'de kültüre özgü bir gündüz bakım merkezi, yoğun bakım ve demans hastaları için yaşam alanları ve bir hospis de şirket bünyesinde bulunmakta.
2008 yılında, göçmen kökenli kadınların iş gücü piyasasına entegrasyonu konusundaki çalışmalarım nedeniyle Entegrasyon Ödülü’ne layık görüldüm. 2010 ve 2011 yıllarında "Yılın Kadın Girişimcisi" ödülünü kazandım ve 2019 yılında "Çeşitlilik Girişimi" ödülüne layık görüldüm.
Girişimcilik faaliyetlerimin yanı sıra, kendimi sürekli geliştirdim: Mentor olarak görev yapıyorum, yoğun bakım alanında uzmanım ve gerontolojik psikiyatri ile palyatif bakım alanlarında ek niteliklere sahibim.
Ayrıca, çeşitli siyasi komitelerde bakım ve kültürel konularla ilgili danışmanlık yapıyor ve uzman konuşmacı olarak görev alıyorum. Bunun yanı sıra, mesleki dergilerde ilgili konular üzerine makaleler yayımlıyorum.
- Türk-Alman girişimciler ve işletmelerinin karşılaştığı en büyük zorluklar ya da fırsatlar nelerdir? Sizce hangi politikalar girişimciliğin teşvik edilmesine yardımcı olur?
Türk-Alman girişimciler, özellikle kadınlar, anneler ve göçmen kökenliler, bürokrasi, finansmana erişim, kültürel farklılıklar ve cinsiyet eşitsizliği gibi ek zorluklarla karşılaşmakta. Ayrıca, teşvik programlarından dışlanma da önemli bir engel.
Bunun yanında, siyasi partiler genellikle daha fazla seçmen kazanmak için göç karşıtı politikalar yürütmekte ve entegrasyonu teşvik eden politikaları geri planda bırakmakta. Göç ve entegrasyonu açıkça destekleyen bir siyasi parti bulmak zor. Bu nedenle, girişimciliği teşvik etmek için bürokrasinin azaltılması, finansal desteklerin adil dağıtılması, kadın ve göçmen girişimcileri destekleyen özel programların oluşturulması ve kültürel çeşitliliğin teşvik edilmesi büyük önem taşımaktadır.
- Sizce Türk-Alman vatandaşları Almanya'nın siyasi manzarasının şekillenmesinde nasıl bir rol oynuyor?Siyasi hareketler/partiler bu toplulukla nasıl daha iyi bağlantı kurabilir?
Entegrasyon ve asimilasyon politikalarına rağmen, artık neredeyse tüm büyük partilerde göçmen kökenli üyeler ve milletvekilleri bulunmakta. Ancak, temsilde önemli bir eksiklik devam etmekte: Almanya Federal Meclisi'nde (Bundestag) milletvekillerinin yalnızca %11'i göçmen kökenliyken, göçmenlerin genel nüfusa oranı %27 (Almanya İstatistik Kurumu 2023).
Türkiye kökenli toplulukla daha güçlü bir bağ kurmak için siyasi partiler şu adımları atabilir:
Hedefe Yönelik İletişim ve Katılım
• Türkiye kökenli vatandaşları siyasi karar alma süreçlerine aktif olarak dahil etmek.
• Göçmen topluluklarında diyalog forumları ve vatandaş toplantıları düzenlemek.
Temsiliyeti Güçlendirmek
• Göçmen kökenli adayları seçilebilecek sıralara yerleştirmek.
• Göçmenleri siyasi gençlik örgütlerine ve sivil toplum kuruluşlarına entegre etmek.
Önemli Konuları Önceliklendirmek
• Sosyal politika, eğitim fırsatları ve ayrımcılıkla mücadeleyi göçmen topluluklar için merkezi konular olarak öne çıkarmak.
• Kurumsal ırkçılık ve dezavantajlı duruma düşürme uygulamalarına karşı tedbirleri artırmak.
Çifte Vatandaşlık ve Seçim Hakları
• Çifte vatandaşlığı kolaylaştıran son reformdan yararlanarak, göçmenlerin siyasi katılımını artırmak.
• Uzun vadede AB vatandaşı olmayan kişiler için yerel seçim hakkı konusunda tartışmalar yürütmek.
- Liberalizme ilişkin algınız nedir? Liberal görüşle Türkiye kökenli insanlara nasıl daha iyi ulaşabilir?
FDP, girişimci dostu bir parti ve özellikle işletmeler için çok iyi programlara ve vergi politikalarına sahiptir. Yıllarca FDP'ye oy verdim çünkü azınlık grupları pahasına siyaset yapmıyorlar. Ancak FDP’nin eksikliği, çok az Türkiye kökenli adayı seçilebilecek yerlere koyması ve Türk toplumu içinde yeterince görünür olmaması.
FDP, Türkiye kökenli nüfusa daha iyi ulaşmak için onların ihtiyaçlarına özel olarak eğilmeli ve Türk toplumunda daha görünür olmalı. İşte bu yönde atabilecekleri bazı adımlar:
1. Daha Fazla Türkiye Kökenli Aday Göstermek
• Türkiye kökenli siyasetçileri seçilebilecek yerlere daha fazla yerleştirmek.
• Türkiye kökenli üyeleri aktif olarak desteklemek ve parti yapısına dahil etmek.
2. Toplum İçinde Doğrudan İletişim ve Varlık Göstermek
• Türk nüfusunun yoğun olduğu semtlerde (örneğin Berlin-Neukölln, Köln, Hamburg) düzenli diyalog etkinlikleri düzenlemek.
• Türk medyasında aktif olarak yer almak.
3. Tematik Öncelikler Belirlemek
• Girişimcilik ve kendi işini kurma konularını merkezde tutmak.
• Göçmen kökenli çocuklar için eğitim fırsatlarını iyileştirmek.
• Küçük ve orta ölçekli işletmeler için bürokrasiyi azaltmak.
4. Dijital ve Sosyal Medyayı Etkili Kullanmak
• Sosyal medya kampanyalarını Türkçe veya iki dilli (Almanca-Türkçe) hazırlamak.
• Tanınmış Türkiye kökenli influencerlar ve girişimcileri siyasi tartışmalara dahil etmek.
Sonuç olarak: FDP’nin ekonomik programları birçok Türkiye kökenli seçmen için cazip olabilir, ancak bu gruptaki görünürlüğünü ve temsiliyetini belirgin şekilde artırması gerekiyor.
- Türk-Alman vatandaşları ile Almanya'nın genel toplumu arasındaki ilişkileri güçlendirmek için bir girişim ya da fikir önerecek olsaydınız, bu ne olurdu ve neden?
Ben 1971'den beri Berlin'de yaşıyorum, entegre oldum ama asimile olmadım. Burada, Berlin'de büyümeme rağmen paralel bir toplumda yaşadığımı görmek benim için korkutucu. Paralel bir toplumda yaşamamın nedeni, küçük bir ilkokul öğrencisiyken, Alman okul arkadaşlarımın ailelerinin beni evlerine almadıkları ve benimle oynamalarına izin verilmediği deneyimini yaşamamdan kaynaklanıyor, çünkü ben bir yabancıydım.
İşçi göçmenleri, yerleşim yerlerinin dağıtımında ayrımcılığa tabi tutuldu ve yalnızca yetkililerin belirlediği bölgelerde yaşayabiliyorlardı. Çoğu zaman bunlar, çok kötü koşullarda olan, yüksek savaş hasarları bulunan, dış tuvaleti olan ve yıkılmaya yüz tutmuş evlerin bulunduğu bölgelerdi. Bu bölgelerde neredeyse hiç Alman yoktu, onlar daha az hasar görmüş ve daha iyi bölgelerde yaşıyorlardı. İşçi göçmenleri politikası ve okullarda yabancı sınıflarının olması, paralel toplumların oluşmasına yol açtı. Bir göçmen olarak, Alman ailelerinde önyargısız kabul edilmek kolay değil.
Bu, kişisel deneyimlerin ve toplumda derin kökleri olan ayrımcılıkla ilgili önemli bir sorunu dile getiriyor. Bir çözüm ya da girişim önerisi olarak, farklı sosyal gruplar arasındaki anlayışı artırmaya yönelik projeler başlatmak mantıklı olabilir. Örneğin, okullarda ve mahallelerde kültürlerarası değişim programlarını teşvik etmek, farklı sosyal ve kültürel geçmişlere sahip insanların eşit bir şekilde karşılıklı etkileşimde bulunmalarını sağlamak olabilir. Bu, yıllarca süren ayrımcılığı ve ayrılığı aşmaya yardımcı olabilir ve daha kapsayıcı bir toplum yaratılmasına katkıda bulunabilir.
Yeni hikayelerle ve röportajlarla Freiheit+90’da düzenli olarak paylaşımlarımıza devam edeceğiz! Bir sonraki röportajımızı hem sosyal medya hesaplarımızdan hem de internet sitemizden duyuruyor olacağız!