Almanya'da Neler Oluyor?
AfD ile Mücadele Nasıl Edilmemeli: Ludwigshafen Örneği
En başta belirtmem gerekir: Bu yazı, aşırı sağın zaman zaman ırkçı, insan onurunu hiçe sayan ve “Alman” kimliğini sadece kan bağı üzerinden tanımlayan Almanya için Alternatif (AfD) Partisi’ni aklamaya yönelik değildir. Amaç, tam tersine, bu partiyle ve benzer yapılarla mücadelenin yalnızca demokratik yöntemlerle yürütülmesi gerektiğinin altını çizmektir. Zira AfD, kuruluşundan bu yana sistematik biçimde dışlanmasına rağmen küçülmek bir yana her geçen gün güç kazanmaktadır. Yanlış yöntemin son örneği ise Ludwigshafen’den geldi.
Kentte seçim kurulu, AfD’nin belediye başkan adayı Jörg Paul’un adaylığını reddetti. Gerekçe, anayasal düzene bağlılığına dair şüphelerdi. Dayanak ise mevcut belediye başkanının talebi üzerine Rheinland-Pfalz Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın hazırladığı rapor oldu. Raporda Paul’un, aşırı sağ kimlikçi hareketin simge ismi Martin Sellner’le temasları ve sağ eğilimli küçük dergilerde yayımlanan yazıları sıralanıyor. Ancak rapor, suç teşkil eden herhangi bir eylemden bahsetmiyor.
Buna rağmen kurul, adaylığı geçersiz saydı. Neustadt İdare Mahkemesi de itirazı geri çevirdi. Gerekçe, raporun kısa sürede incelenememesi. Mahkeme ayrıca adayın gerekirse seçimi sonradan yargıya taşıyabileceğini bildirdi. Eleştirmenlere göre seçim kurulu bu kararla yetkisini aşmış bulunuyor. Normalde yalnızca usul ve formaliteleri denetleyen bir organın siyasi gerekçelerle bir kişinin adaylığını reddetmesi, demokratik hukuk devletlerinde alışılmadık bir durum, daha çok otoriter sistemlere özgü bir uygulama.
Bu yaklaşım emsal teşkil ederse, her aday fiilen Anayasayı Koruma Teşkilatı’ndan “sakınca yoktur” belgesi almak zorunda kalabilir. Böylece kurum, siyasette olağanüstü bir güç kazanır ve dolaylı bir parti yasağının önü açılır: İstenmeyen adaylar, resmi bir yasaklama sürecine gerek kalmadan seçim dışı bırakılabilir.
Aslında Ludwigshafen örneği yeni değil, yıllardır izlenen dışlama stratejisinin bir devamı. 2017’de, yalnızca AfD’li bir milletvekilinin “açılış başkanı” olmasını önlemek için, Weimar döneminden beri süregelen “en yaşlı üye oturumu açar” kuralı kaldırıldı. O günden bu yana AfD’nin Meclis Başkanvekilliği adaylarının tamamı reddedildi. İçtüzük her grubun başkanlık divanında temsilini öngörmesine rağmen. 2021’den itibaren ise AfD’ye düşen komisyon başkanlıkları da verilmemeye başlandı.
Sonuçları ortada: AfD kendisini sürekli mağdur olarak sunuyor ve bu söylem, demokrasiye güveni zedelenmiş seçmenlerde karşılık buluyor. Bazı anketlerde hatta birinci parti konumuna gelmiş durumda. Partinin görüşleriyle içerik üzerinden tartışma yürütmek yerine gündem, üyelik reddi, davalar ve yasak tartışmalarıyla doluyor. Böylece demokratik partiler parlamenter sistemin bütünleştirici imkanlarından feragat ediyor. AfD içindeki radikal ve ılımlı kanatlar arasındaki ayrışma teşvik edileceğine, dışlanma politikası partiyi içeride daha da kenetliyor.
Almanya’daki bu sert dışlama stratejisi, birçok Batı Avrupa ülkesinden ayrışıyor. Oralarda sağ popülist partilerle siyasi tartışmalar yoluyla mücadele edilirken, Almanya’da hakim söylem AfD’nin bir tür “Nasyonal Sosyalizm’in geri dönüşü” olduğu şüphesi etrafında şekilleniyor. Elbette parti içindeki radikal sağ etkiler giderek güçlendi. Ancak AfD seçmeninin büyük kısmı oyunu, katı bir aşırı sağ ideolojiye bağlılıktan çok, çokkültürlülük, toplumsal cinsiyet eşitliği, iklim politikaları veya “politik doğruculuk” gibi modern gelişmelere tepki olarak veriyor. Araştırmalar, seçmen tabanının sadece beşte birinin katı aşırı sağ bir dünya görüşüne sahip olduğunu gösteriyor. Ancak demokratik partilerin uygulamış olduğu başarısız dışlama politikası neticesinde hem AfD´nin oyu artmakta hem de kemik seçmen oranı.
Bu tablo, AfD ile mücadelenin yolunun içerik üzerinden yürütülecek siyasi tartışmadan geçtiğini açıkça ortaya koyuyor. Parti yasağı hem anayasal bakımdan sorunlu hem de siyasi açıdan ters etki yaratma potansiyeline sahip. Böyle bir girişim, özellikle Doğu Almanya’da “devlet muhalefeti baskılıyor” algısını güçlendirebilir, Batı’da da seçmenlerin bir kısmında “istenmeyen rakiplerden şüpheli yollarla kurtulunuyor” izlenimi doğurabilir.
Ludwigshafen’deki olay bu nedenle bir yerel seçim tartışmasının ötesinde anlam taşıyor. AfD’yi dışlama ve yasaklama girişimleri, partiyi zayıflatmak yerine büyütme riskini beraberinde getiriyor. Kalıcı mücadele ise ancak demokratik yöntemlerle, yani içerik ve siyasi argümanlarla mümkündür.