DE

Uluslararası İlişkiler
Anti-Çin Politikaları Anti-Ticaret Politikaları Haline Geldi

Can Selçuki ABD

Can Selçuki, @Washington & New York

© Can Selçuki

Geçtiğimiz haftalarda dünyanın 7 farklı ülkesinden gelen uzmanlarla bir hafalık Washington DC ve New York turu yaptım. Bu ziyaret sırasında farklı düşünce kuruluşları, hukuk büroları ve kamu yetkilileriyle toplantılar yapma fırsatım oldu. Amerika artık serbest ticarete inanmıyor. Bu, Trump’la başlamış ama artık Trump’ı aşan bir dönüşüm. Artık mesele sadece Çin değil. Washington, ticaretin kendisini yeniden tanımlıyor — ve bir noktadan sonra bu tanım, “ticaret bir risk unsuru” cümlesine varıyor.

Trump 2018’de ilk tarifeleri açıkladığında Çin’i hedef almıştı. Gerekçe basitti: “ABD’nin emeği korunmalı, üretim eve dönmeli.” O günlerde kulağa korumacı ama rasyonel gelen bu yaklaşım, zaman içinde yön değiştirdi. Bugün ABD artık sadece Çin’den gelen mallara değil, Çin’le ticaret yapan herkese karşı tetikte. Washington’daki toplantılarda bunu açıkça hissediyorsunuz: Trump Çin’e karşı savaş açmadı, ticaretin kendisine savaş açtı.

Bu dönüşümün kökleri derin. Eskiden serbest ticaret, Amerikan rüyasının ayrılmaz parçasıydı. Şimdi aynı kavram, Amerikan orta sınıfının çöküşünün sebebi olarak anlatılıyor. Görüştüğüm düşünce kuruluşlarında —Brookings’ten Heritage Foundation’a kadar— artık kimse “ticaret refah getirir” demiyor. Aksine, serbest ticaretin “ABD’yi zayıflattığı” fikri neredeyse herkesin ortak paydası. Kamuoyu da aynı yönde: seçmen küreselleşmeden yorulmuş durumda. Kongre üyeleri “biz sadece halkın istediğini yapıyoruz” diyor. Yani bu bir ekonomik yönelimden çok, politik bir refleks haline gelmiş.

Tarifeler bu yüzden artık teknik araç değil, siyasi sembol. Trump’ın başlattığı vergi duvarları, bugün partilerüstü bir fikir birliğiyle ayakta. Tarife koymak bir ekonomi politikası değil, bir karakter göstergesi gibi. Artık “serbest ticaret yanlısı” olmak, Washington’da neredeyse politik olarak savunulamaz bir pozisyon. Üstelik bu korumacılık, çeliğin veya otomobilin ötesine geçmiş durumda. Dijital hizmetler, veri akışı, yapay zekâ bile artık “ticaret güvenliği” başlığı altında tartışılıyor. 21. yüzyılın gümrük duvarları sanal, ama bir o kadar da kalın.

Yine de Washington’da bu gidişata dair temkinli bir ton da var. Bazı danışmanlar ve hukukçular, Yüksek Mahkeme’nin tarifelerin anayasallığını sorgulayabileceğini, özellikle de Başkan’ın tek taraflı yetkilerle ticaret politikasını belirlemesinin sınırlarının yeniden çizilebileceğini hatırlatıyor. Bu, korumacılıkta kısa vadeli bir fren etkisi yaratabilir. Aynı zamanda tüketici güveninin zayıfladığı, fiyatların yeniden yükselmeye başladığı bir dönemdeyiz; eğer seçmen tarifelerin bedelini hissetmeye başlarsa, Cumhuriyetçilerin 2026 ara seçimleri öncesi “gazı biraz çekmesi” bekleniyor. Yani Washington’da rüzgâr korumacılıktan yana esse de, herkes bunun sonsuza kadar böyle devam etmeyeceğini biliyor.

Washington’da konuşulan yeni mantra şu: dost ülkelerle üret, diğerlerinden uzak dur. “Friend-shoring” sadece bir ekonomi politikası değil, bir güvenlik konsepti artık. ABD açıkça “ticaret yalnızca bizimle aynı değerleri paylaşan ülkelerle yapılmalı” diyor. Bu, DTÖ’nün kurallarına değil, jeopolitik sadakate dayanan yeni bir düzen. Ve bu düzen, tarafsızlığı kaldırmıyor.

Türkiye açısından bu tablo son derece önemli. Görüştüğüm uzmanlardan biri çok netti: “Türkiye’nin ABD nezdindeki konumu, Çin’e karşı nerede durduğuna göre belirlenecek.” Bu cümle, aslında yeni ekonomik çağın pusulası. Artık kimse “üretim nerede ucuzsa orada yapalım” demiyor. Soru şu: “Üretim kiminle güvenli?” Eğer Türkiye bu yeni güvenlik temelli ticaret düzeninde gri bir bölgede kalırsa, Çin mallarının Avrupa veya Amerika’ya geçişinde bir “aktarma noktası” olarak algılanabilir. Ve bu, ciddi yaptırımların, tarifelerin, dışlanmaların kapısını açar.

Washington’da geçirdiğim birkaç gün bana şunu net gösterdi: serbest ticaret çağı bitti. Yerine, çıkar temelli, bloklara ayrılmış, duygusal olarak da milliyetçileşmiş bir ticaret düzeni geliyor. ABD artık sadece Çin’le değil, küreselleşmenin kendisiyle savaşıyor. Ticaretin özüne, alıştığımız şekline meydan okuyor.

Trump bu dönüşümü başlattı ama artık onu da aştı. Bugün Washington’da hangi binaya girerseniz girin, hangi masada oturursanız oturun, aynı şeyi duyuyorsunuz: “Serbest ticaret mi? O dönem geçti.”

Ve Türkiye bu dönemde kendine yeni bir yer bulmak zorunda. Çünkü yeni ticaret savaşında kazanan, tarafsız kalan değil; doğru tarafta, doğru zamanda pozisyon alan olacak.